Maliye Postası Dergisi
TAPUDA YER ALAN SATIŞ BEDELİNİN TAŞINMAZA AİT GERÇEK DEĞERİN ALTINDA OLMASI HİLELİ DAVRANIŞA KANIT TEŞKİL EDER Mİ?
Kenan AKBULUT
1. Giriş
Mevcut hukukumuz açısından kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduklarını ve ancak kendi özgür iradeleriyle hak sahibi olabilmelerini ve borç altına girebilmelerini temel bir ilke olarak benimsemiştir. Bu kapsamda tapu işlemlerinde alıcı ve satıcı arasında belirlenen gerçek satış değeri bildirilmesi gerekirken vergiden kaçınma, harcı daha az ödeme veya hileli davranışta bulunma gibi nedenlerle satış bedelleri gerçek değerin daha altında yazılmaktadır. Mahkemeler nezdinde hileli davranışın tespiti ve işlemlerin iptali öne sürülürken bu durumun hilenin kanıtı olarak dikkat edilmesi gerekip gerekmediği hususu yazımız içerisinde değerlendirilecektir.
2. Sözleşmenin Kurulmasında İrade Bozukluğu Halleri
Sözleşmenin geçerlilik şartlarından bir tanesi de taraflara ilişkin irade beyanlarının sıhhatli olmasıdır. Başka bir ifadeyle irade beyanlarının sakat olmamasıdır. İrade ile beyan arasında istenerek yaratılan uygunsuzluk halleri, muvazaa, zihni kayıt ve latife beyanıdır. İrade ile beyan arasında istenmeyerek meydana gelen uygunsuzluk halleri de yanılma, aldatma ve korkutmadır. Bir sözleşmede var olan irade sakatlığı, kural olarak iradesi sakat olan tarafa sözleşmeyi iptal etme hakkı vermektedir.(1)
İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31 inci maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 30 ila 39 uncu maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.
Yeni düzenlemede hata kavramı yerine ‘’yanılma’’ kavramı tercih edilmiştir. Yanılmaya, bir konuda gerçeğe aykırı bir fikir sahibi olunması denilebilir. Yanılmada, irade ile irade beyanı arasındaki uygunsuzluk, iradesini açıklayan tarafın dikkatsizliğinden, yeteri kadar dikkat ve özen göstermemesinden doğmaktadır. İkinci tür yanılma hali ise, iradenin yanlış bir düşüncenin etkisiyle oluşması ve beyanın da bu düşünceye uygun olarak belirtilmesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Bir kimsenin kendi araştırma ve değerlendirmelerini yeteri kadar iyi yapmamış olduğu durumlarda bunun sonuçlarını başkalarına yüklemesi haklı değildir. Ayrıca ahde vefa ilkesi gereği de her yanılmanın sözleşmenin iptali sonucunu doğurmaması gerekmektedir. Zaten 6098 sayılı Kanun madde 30’a göre: ‘‘Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz’’ denilerek yerinde bir düzenleme yapılmıştır. Madde metnine göre, her yanılgı sözleşmenin iptali için yeterli görülmemekte, sadece esaslı yanılgı hallerinde sözleşmenin iptali yoluna gidilebilmektedir. 6098 sayılı Kanunda hatanın ne zaman esaslı hata teşkil ettiği tüm durumlar açıkça yer almamakla birlikte, 6098 sayılı Kanun madde 31‘de esaslı yanılma hallerine, sözleşmenin niteliğinde hata, sözleşmenin konusunda hata, diğer tarafın şahsında hata ve edimin miktarında hata kastedilerek örnekleme yapılmıştır.(2)
Mülga 818 sayılı Kanun ile 6098 sayılı Kanundan yola çıkarak hileyi, bir kimsenin hukuki bir işlem yapmasını sağlamak için onu kasten hataya düşürmek şeklinde tanımlamamız mümkündür. Bir kimseyi hataya düşürmek, onda gerçeğe aykırı bir kanaat uyandırmak suretiyle olabileceği gibi, önceden mevcut olan hatalı kanaatini korumak ve devamını sağlamak suretiyle de olabilir. Bu durum aktif hareketlerle gerçekleştirilebileceği gibi, karşı tarafı aydınlatma yükümlülüğünün bulunduğu hallerde yalnızca susmak da yeterlidir. Ancak hangi şekilde gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin karşı tarafı sözleşme yapmaya yönlendirmek için bilerek ve istenerek hareket edilmelidir. Yani hile mutlaka kasta dayanmalı, ihmal bu hususta yeterli olmamalıdır. Ayrıca hileyle sözleşmenin kurulması arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Hileye maruz kalan, söz konusu hile olmasaydı sözleşmeyi hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlar altında yapacak idiyse illiyet bağının bulunduğu kabul edilmelidir. Hile bizzat sözleşmenin tarafınca yapılabileceği gibi üçüncü bir kişi tarafından da yapılabilir. Üçüncü şahsın hilesi kural olarak sözleşmeyi etkilememekle beraber, sözleşme tarafı, üçüncü kişinin lehine yaptığı hileyi biliyor veya bilmesi gerekiyorsa bu hile de sözleşmeyi etkilemektedir. Zira burada taraf, lehine yapılan hileyi ve karşı tarafın bu hile nedeniyle sözleşme yapmak istediğini bildiği halde susarak bir nevi bu hileye ortak olmaktadır.(3)
Korkutma, kişinin iradesinin oluşumu aşamasındaki bozukluklardan biridir ve korkutulanın iradesi korkutanın yapmış olduğu cebir sebebiyle özgür bir düşünce ve karar alma sürecinin sonucunda meydana gelmemektedir. 6098 sayılı Kanunun 37 ile 38 inci maddelerinde korkutmanın tanımına rastlanmaz. 37 nci maddede korkutmanın sonuçları, 38 inci maddede ise, korkutmanın şartları düzenlenmiştir. Bununla birlikte söz konusu maddelerden hareket ederek korkutmanın tanımının yapılması mümkündür. Korkutma korkutanın korkutulana, kendisinin veya yakınlarından birinin kişilik haklarına ya da malvarlığına yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesine maruz kalacağını bildirerek, onun bir sözleşme yapmasını kasten ve hukuka aykırı olarak sağlamasıdır. 37 ve 38 inci maddelere göre korkutmanın söz konusu olabilmesi için bir kısım şartların bulunması gerekmektedir. Bu şartlar; korkutanın korkutma teşkil eden bir fiilinin bulunması, korkutanın korkutma kastının bulunması, korkutma teşkil eden fiilin korkutulanın kendisinin veya yakınlarından birinin kişilik haklarına ya da malvarlığına yönelik olarak yapılmış olması, korkutmanın pek yakın ve ağır bir tehlike arz etmesi, korkutma teşkil eden fiil ile sözleşmenin kurulması arasında illiyet bağının bulunması ve korkutmanın hukuka aykırı olmasıdır.(4)
3. Tapuda Yer Alan Satış Bedelinin Taşınmaza Ait Gerçek Değerin Altında Olması