Maliye Postası Dergisi
KIR-KENT EKONOMİSİNDEKİ DEĞİŞİM SÜRECİNİN “ZÜĞÜRT AĞA” FİLMİ EKSENİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ
TOLGA ERTEM
1.GİRİŞ
Türkiye ekonomisinin gelişim sürecinde 80’li yıllar nevi şahsına münhasır bir yer tutmaktadır. Bu dönemde meydana gelen ekonomik, politik ve sosyal hayattaki değişimler kendine has bir dönem oluşmasına yol açmış ve kendinden sonra gelen dönemleri de şekillendiren ve etkileyen bir rol üstlenmiştir. Gerek toplumsal olaylar gerekse de coğrafik ve jeopolitik etkiler kır-kent dengesinin farklılaşmasına ve hızlı bir değişim aşamasına geçilmesine yol açmıştır. Bu kapsamda tam da makalemizin konusunu oluşturan kır-kent ekonomisindeki değişim sürecini işleyen ve Türk sinemasına damga vurmuş olan “Züğürt Ağa” filminden hareketle kır-kent dengesindeki değişiklikleri de istatistiki verilerle ortaya koyup ekonomik tespitlerde ve değerlendirmelerde bulunmak çalışmamızın özünü oluşturmaktadır.
2.KIR-KENT TERMİNOLOJİSİ
Ülkemizde kır-kent terminolojisi zaman içerisinde farklı dönemlerde farklı tanımlamamalarla uygulanagelmiştir. Bu süreç içerisinde ülkemiz yetkili kurumları ile uluslararası kuruluşlar ve akademik camia tarafından yapılan tanımları açıklamak ve ortaya koymak ekonomik ve sosyal değişime değindiğimiz fikirlerimizi daha sistematik ve anlaşılır hale getirecektir.
2.1. Kır, Kent Ve Kentleşme Kavramlarının Tanımı Ve Niteliği*
Kırsal ve kentsel alanlar tanımlanırken esas alınan kriterler ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilmektedir. Bu nedenle diğer ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de farklı kırsal ve kentsel alan tanımları kullanılmaktadır. Kırsal kavramı, tarımsal üretimin yerel ekonomiye hâkim olduğu alanları veya tarımsal üretim aracının mülkiyeti ile toplumsal yeniden üretimin ve ilişkilerin belirlendiği bir toplumsal yapılanmayı, son olarak da nüfus yoğunluğunun çok düşük olduğu alanları ifade etmektedir (Urry, 1999). Tanım da anlaşılacağı üzere kırsal alanda egemen geçim kaynağı olarak tarım ön plandadır ve düşük nüfus yoğunluğu dikkat çekmektedir. Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Türkçe Sözlükte ise kırsal; az insanın barındığı daha çok kır durumunda olan yer şeklinde tanımlanmaktadır (TDK, 1998).
Ülkeleri benzer kriterlere göre karşılaştırabilmek amacıyla farklı uluslararası kuruluşlarca standart tanımlar geliştirilmiştir. Bu anlamda OECD ve AB tarafından geliştirilen tanımlar yaygın olarak kullanılmaktadır. 1988 yılından bu yana kırsal alanlar üzerine çalışmalar yürüten OECD, kırsal alan kriteri olarak nüfus yoğunluğu kavramını kullanmaktadır. AB resmi metinlerinde de ülkeler arasındaki karşılaştırmayı kolaylaştırmak amacıyla bu kavram esas alınmaktadır. Tanım esasen iki aşamalı bir yaklaşım üzerine kuruludur. İlk olarak idari sınırlar itibariyle nüfus yoğunluğu km2 başına 150 kişiden az olan yerler kırsal alan olarak kabul edilmektedir. Daha sonra bölgeler üç kategoriye ayrılarak sınıflandırılmaktadır. Bir bölgede nüfusun % 50’den fazlası (km2 başına 150 kişiden daha az) kırsal alanlarda yaşıyorsa bu bölgeler kırsallığı baskın (predominantly rural region) bölgeler; bir bölgenin nüfusunun % 15-50 arası kırsal yerel birimlerde yaşıyorsa bu bölgeler önemli ölçüde kırsal (intermediate region) bölge olarak tanımlanmaktadır. Yine bir bölgenin nüfusunun % 15’inden azı kırsal yerel birimlerde yaşıyorsa bu bölge de kentselliği baskın (predominantly urban region) bölge olarak tanımlamaktadır (Rural Development in the European Union- Statistical and Economic Information Report, 2006).
Türkiye’de ise kırsal alanlarla ilgili genel kabul gören ve Türkiye İstatistik Kurumu tarafından da dikkate alınarak kır-kent ayrımında kullanılan tanımlamalar aynı zamanda köykent ayrımında da kullanılmaktadır. Nüfusu 20 binden fazla olan yerleşim birimleri kent, diğer yerleşim birimleri kırsal alan kabul edilmektedir. 1965 yılından başlayarak 1985 yılına kadar geçerli olan bir kabule göre, nüfusu 10 bin ve üzeri olan yerleşimler kent, diğer yerleşimler ise kır olarak sınıflandırılmakta iken, 1982 yılında DPT tarafından nüfusu 10 binden büyük 288 yerleşim yeri için yapılan bir araştırmada; nüfusun istihdam alanları, şirket sayısı, banka şube sayısı, telefon aboneliği vb. 28 kritere göre kent olabilme eşik değerlerini aşan yerleşim yerlerinin yüzde 80 oranında ve nüfusu 20 binin üzerinde kent olarak kabul edilmiştir. Böylece, kır ve kent ayrımına esas teşkil eden nüfus eşiği 10 binden 20 bine yükseltilmiştir. TÜİK tarafından kır ve kent bazında yayımlanan tüm çalışmalarda bu tanım kullanılmaktadır.
Yerleşim yerlerinin idari statüsü temel alınarak nüfus büyüklüklerine bakılmaksızın il ve ilçe merkezleri kent, diğer tüm yerleşimler köy kabul edilmektedir. Kentler, nüfus yoğunluğu fazla olan yerleşim alanlarına ek olarak, buralarda yürütülen hizmet ve faaliyetlerle ilgili örgütleri ve personeli barındırmaktadır. Hatta kentler, sınırları içerisinde yoğun şekilde yürütülen faaliyet ve hizmet çeşidine göre de diğer yerleşim alanlarından kolaylıkla ayrıştırılabilirler (İsbir, 2005).
Her bilim dalı veya her yaklaşım ayrı bir ölçüt kullanılarak kenti tanımlamaya çalışmıştır. Bunlardan en sık kullanılanı nüfusu dikkate alınarak yapılan demografik olanıdır. Kent bilim dalları ve fiziksel coğrafya, kenti belli bir nüfus büyüklüğüne erişmiş yerleşkeler olarak tanımlar. Kent, kendine özgü bir iş-güç biçimi, toplumsal örgütü ve belli bir yerleşik kültürü bulunan çok nüfuslu yerleşmeler olarak tanımlanabilir (Sencer, 1979).
Kent ile ilgili tanımlamalar ve açıklamaların birbirinden farklı ölçütler ve kriterler sergilemektedir. Bu ölçüt ve kriterler; yönetsel sınır, nüfus, ekonomik ve sosyolojik olarak sınıflandırılabilir. Kent ile ilgili yönetsel tanımlama, genellikle belediye sınırları içinde kalan nüfusu, kentli nüfus olarak tanımlamaktadır. Nüfus ölçütü ile ilgili olarak ise, nüfusu 2000’den fazla olan yerleşim yerlerini kent nüfusuna dâhil edilmektedir. Çünkü Köy Kanunu’nun 1. Maddesi, 2000’den az nüfuslu yerleşim yerlerini köy olarak belirtmiştir Keleş’e göre ise nüfusu 10 bin üzerinde olan yerleşim yerleri kent olarak adlandırılmaktadır (Keleş, 2008).
Kır ve kent kavramlarının altında değinilmesi gereken diğer bir kavram ise kentleşmedir. Kentleşme dar anlamda, kentlerin ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasını anlatır. Kentsel nüfus, doğumlar ile ölümler arasındaki farkın doğum lehine olması sonucunda ve aynı zamanda köylerden ve kasabalardan kente olan göçlerden artar. Kısacası dar anlamda kentleşme demografik bir anlam taşır (İsbir, 2005).
Sosyal Bilimler Sözlüğünde kentleşme; sanayileşmenin işgücünü çekmesi, tarımsal üretimin de fazla nüfusu itmesi sonucu, nüfusun kırsal alandan şehir merkezlerine doğru akması, nüfusun kitlesel boyutlarda kentlere akın etmesiyle ortaya çıkan sosyolojik olgu (Demir ve Acar, 1992) olarak tanımlanır.
Kentleşme bir anlamda kitlesel olarak ülke içindeki nüfusun hareket etmesini anlatır. Bu hareket genellikle kırsal alandan kente doğru olabileceği gibi bazen de kentten kente doğru da olabilir. Ayrıca sadece demografik yoğunlukla kentleşmeyi açıklamak yetersizdir. Bunun yanında sosyal, kültürel ve ekonomik göstergeler de göz önüne alınmalıdır. Kısacası kentleşme kırsal alanların aksine kentsel alanlarda yaşayan insanların oranındaki bir artış olarak tanımlanmaktadır (Şahin, 2011) (*TÜRKİYE’DE KIR-KENT KAVRAMLARININ DEĞİŞEN NİTELİĞİ VE MEVZUATIN SÜRECE ETKİSİ, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi(2015, sayı:54), Sakarya Üniversitesi İİBF, Halil İbrahim AYDINLI ve Sakarya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Doktora Öğrencisi Salih ÇİFTÇİ).
2.2. Kır-Kent Nüfus İstatistikleri (2022)
Kır-kent ekonomisindeki değişimi ele aldığımız makalemizde “Züğürt Ağa” filminde yer alan ve işlenen mevcut süreci anlatmak için geçmiş ve günümüz kıyası yapmak açısından tamamlanmış ve verileri açıklanan en güncel yıl olan 2022 yılı TÜİK kır-kent istatistiklerine değinmek daha sağlıklı sonuçlar elde etmemizi sağlayacaktır.
Sürdürülebilir yeni kent-kır tanımı oluşturuldu
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre, yıllık olarak elde edilen yerleşim yeri düzeyindeki nüfus istatistikleri; “İstatistikî Bölge, İl ve İlçe Merkezleri, Belde ve Köyler, Kent ve Kır vb.” şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu kapsamda, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından 1982 yılında yayımlanan “Kent Eşiği Araştırması Türkiye İçin Kent Tanımı” çalışması ile birlikte TÜİK tarafından üretilen istatistiklerde bu çalışmada yapılan kent-kır tanımı esas alınmıştır.
Söz konusu kent-kır sınıflaması 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı Yasa gibi yasal düzenlemeler sonucu idari bölünüş yapısında meydana gelen değişikliklerden önemli derecede etkilenmiştir. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı tarafından 2019-2023 yılları için hazırlanan 11. Kalkınma Planı ile hem ulusal hem de uluslararası ihtiyaçları göz önünde bulunduracak şekilde kent-kır tanımlarının revize edilmesi sorumluluğu TÜİK’e verilmiştir.
Bu çerçevede İçişleri Bakanlığının sorumluluğunda olan Mekânsal Adres Kayıt Sistemi’nin (MAKS) kullanılmaya başlanması ile birlikte; TÜİK tarafından istatistik üretilmesi amacıyla fiili kent-kır yapısını daha doğru yansıtan bir sınıflama yapılmıştır. Yeni kent-kır tanımı mahalle-köy düzeyinde üç sınıftan oluşmaktadır.
“Yoğun kent, orta yoğun “kent ve kır” (Yoğun kent, nüfusun en az %50’sinin kent merkezi gridlerinde yaşadığı yerleşim yerlerini, orta yoğun kent, yoğun kent ve kır olma koşullarını sağlamayan yerleşim yerlerini, kır ise nüfusun %50’sinden fazlasının kırsal gridlerde yaşadığı yerleşim yerlerini ifade etmektedir.) ayrımında oluşturulan bu yeni sınıflama ile uluslararası standartlara uygun, sürdürülebilir bir yapının geliştirilmesi ve bu düzeyde istatistikler üretilmesi amaçlanmaktadır. Sınıflamada, Avrupa İstatistik Ofisi tarafından geliştirilen “Kentleşme Derecesi (Degree of Urbanisation-DEGURBA)” (1 km2’lik alanlar olarak tanımlanan gridler üzerinden nüfus yoğunluğuna bağlı olarak hesaplanan ve bir alanın kent-kır özelliklerini gösteren sınıflamadır.) esas alınmış olup veri kaynağı olarak MAKS ve ADNKS kullanılmıştır.
Nüfusumuzun %67,9’unu yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet edenler oluşturdu
Ülkemiz toplam yüzölçümünün sadece %1,6’sını oluşturan yoğun kent olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde 31 Aralık 2022 tarihi itibarıyla 57 milyon 934 bin 583 kişi yaşamaktadır. Diğer bir ifadeyle Türkiye nüfusunun %67,9’u söz konusu yerleşim yerlerinde ikamet etmektedir.
Kır olarak sınıflandırılan ve Türkiye yüzölçümünün %93,5’ini oluşturan yerleşim yerlerinde toplam nüfusun %17,3’ü ikamet ederken, orta yoğun kent olarak sınıflandırılan ve ülke yüzölçümünün %4,9’unu oluşturan yerleşim yerlerinde nüfusun %14,8’inin ikamet ettiği görüldü.
Diğer yandan cinsiyete göre dağılıma bakıldığında, yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet eden nüfusun %49,7’sini erkeklerin, %50,3’ünü ise kadınların oluşturduğu görüldü. Orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet edenlerin %50,3’ünü erkekler, %49,7’sini kadınlar; kır olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet edenlerin ise %51,4’ünü erkekler ve %48,6’sını kadınlar oluşturdu.
Yaşlı nüfusun %30,1’inin kır olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet ettiği görüldü
Ülkemiz toplam nüfusunun %9,9’unu oluşturan 65 yaş ve üzeri nüfusun %30,1’inin kır olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde ikamet ettiği görüldü. Yaşlı nüfusun %14,6’sını orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde yaşayanlar oluştururken; %55,3’ünü ise yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde yaşayanlar oluşturdu.
Türkiye nüfusunun %68,1’ini oluşturan 15-64 yaş grubu çalışma çağındaki nüfus içinde yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde yaşayanların oranı %69,2 oldu. Bu yaş grubundaki toplam nüfus içinde orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet edenlerin oranı %14,7 iken; kır olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet edenlerin oranı %16,1 olarak gerçekleşti.
Çocuk nüfus olarak tanımlanan 0-14 yaş grubu nüfusun %69,7’sinin yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde, %15,3’ünün orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde ve %15’inin kır olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet ettiği görüldü.
Yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde yaşayanların oranının en fazla olduğu il İstanbul oldu
ADNKS, 2022 sonuçlarına göre en yüksek nüfusa sahip il olan İstanbul’da ikamet edenlerin %96,4’ünün yoğun kent, %2,7’sinin orta yoğun kent ve %0,9’unun kır olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde yaşadığı görüldü. Türkiye’nin ikinci büyük nüfusuna sahip il olan Ankara’da ikamet edenlerin %88,3’ünün yoğun kent, %7,6’sının orta yoğun kent ve %4,1’inin kır olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde yaşadığı görüldü. Nüfus büyüklüğü açısından üçüncü sırada yer alan İzmir’de ikamet edenlerin ise %78,6’sının yoğun kent, %12,2’sinin orta yoğun kent ve %9,1’inin kır olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde yaşadığı görüldü.
Orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerdeki nüfusun oranının en fazla olduğu il Artvin oldu
Orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde ikamet eden nüfus oranının en yüksek olduğu iller sırasıyla %58,1 ile Artvin, %57,9 ile Bayburt ve %57,3 ile Sinop oldu. Diğer yandan orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde ikamet eden nüfus oranının en az olduğu iller ise sırasıyla %1,6 ile Kilis, %2,7 ile İstanbul ve %6,5 ile Eskişehir oldu.
Kır olarak sınıflandırılan yerlerde yaşayanların oranının en fazla olduğu il Ardahan oldu
Kır olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde ikamet eden nüfusun oranının en yüksek olduğu il %68,4 ile Ardahan oldu. Ardahan ilini %60,3 ile Tunceli ve %54,2 ile Bartın izledi. Kır olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet edenlerin oranının en az olduğu iller ise sırasıyla % 0,9 ile İstanbul, %4 ile Ankara ve %4,7 ile Kocaeli oldu.
3.ZÜĞÜRT AĞA FİLMİ KÜNYESİ
80’li yılların başından itibaren küreselleşme ve neoliberal politikaların tüm dünya ile birlikte ülkemizde de kendini hissettirmesi ve uygulanması ile birlikte yaşanan kır-kent dengesi değişimine sinema da kayıtsız kalamamış ve dönemine damga vurmuş, yıllardır eskimeyen diyebileceğimiz bir film olan “Züğürt Ağa” ile bu ekonomik ve sosyolojik değişimi beyaz perdeye yansıtmıştır. Çalışmamın daha sonraki bölümünde değineceğim tespit ve değerlendirmelerden önce bu tespit ve değerlendirmelere basamak olması açısından herkesin çok iyi bildiği “Züğürt Ağa” filmi künyesine bakmak faydalı olacaktır.
Züğürt Ağa filmi; senaryosunu Yavuz TURGUL’un yazdığı, Nesli ÇÖLGEÇEN’in yönetmenliğini üstlendiği ve filmin çekildiği dönemde Türkiye’de ülkenin en önemli problemlerinden biri olan kuraklık ve susuzluk sonucu oluşan kır-kent arası geçişi yani iç göç ve kentleşme süreçlerini “Haraptar Köyü” ağasının zaman zaman trajik zaman zaman da komik hikayesiyle sunan bir film olarak Türk sinema tarihinde nevi şahsına münhasır bir yer edinmiştir. Dönemin toplumsal, politik ve ekonomik gelişmelerine değinmesi ve anlatışı ile İstanbul Film Festivali, En İyi Türk Filmi (Nesli ÇÖLGEÇEN), 1986 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Senaryo ( Yavuz TURGUL), 1986 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Füsun DEMİREL) ve 1986 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Müzik (Atilla ÖZDEMİROĞLU) ödüllerini almıştır.
Filmin karakterleri Şener Şen (Züğürt Ağa), Erdal Özyağcılar (Kekeç Salman), Füsun Demirel (Zeliha), Can Kolukısa (Kahya), Nilgün Nazlı (Kiraz), Funda Çakmaktaş (Sıla), Atilla Yiğit (Hırpıt Ali), Celal Yassıtaş (Şıh), Kemal İnci (Abuzer).
Künyede ana karakter Züğürt Ağa’ya değinip şunu diyebiliriz: Züğürt Ağa filmde ağalıktan seyyar satıcılığa uzanan serüveniyle bir toplumsal gerçeklikten başka bir toplumsal gerçekliğe geçişi simgeleyen bir roldedir. Züğürt Ağa’nın kendi alanındaki konumu, onuru artık gelişen süreçte kişisel çıkar ve paranın gücünü önemseyen ilişkilerle donatılmış yeni durumunda ona ayak uydurmaya çalışan ve bununla yüzleşecek bir alan bulur. Varını yoğunu yitirmiş, ailesi ve çocukları tarafından terk edilmiş olan Züğürt Ağa, şehirde yeni hayatına bakkal, işportacı ve seyyar satıcı olarak katılır.
Züğürt Ağa filmi baştan sona irdelendiğinde sosyolojik, politik ve ekonomik konulara değinen birçok alan barındırmaktadır. Çalışmamız açısından ise değerlendirmeye aldığımız konular ekonomik sürece etki eden göç, kuraklık, şehirleşme, feodaliteden kapitalizme geçiş ve neoliberal politikalar olmuştur. Türkiye’de feodalizmin çöküşünü konu alan filmde Şener Şen Haraptar köyünün ağasıdır. Köye sonradan çalışmak için gelen kurnaz Kekeç Salman, kuraklık sebebiyle yeterince ürün elde edemeyen köy halkını örgütleyerek Ağa’nın mallarını çalmalarını ve bu malları satarak İstanbul’a göçmelerini sağlar. Elinde avucunda pek az şey kalan ve marabalarını kaybeden Ağa da köyden kente göçerek aslen iyi yürekli kişiliği ve ailesi ile İstanbul’da yeni bir yaşam kurmaya çalışacaktır.
4. KIR-KENT EKONOMİSİNDEKİ DEĞİŞİM SÜRECİNE “ZÜĞÜRT AĞA” FİLMİ ÜZERİNDEN BAKIŞ
Çalışmamızın önceki bölümlerinde kır-kent terminolojisine alt başlıklarda “Kır, Kent Ve Kentleşme Kavramlarının Tanımı Ve Niteliği” ile açıklanan ve tamamlanmış yıl olan en güncel “Kır-Kent Nüfus İstatistikleri” ne değinilmiş olup bu bilgiler üzerinden özel bir analiz yapacağımız “Züğürt Ağa Filmi Künyesine” de göz attıktan sonra ekonomik tespit ve değerlendirmelerde bulunacağımız aşamaya geçmiş bulunmaktayız.
Susuzluk-Kuraklık ve Kente Göç; Züğürt Ağa filminde filmin ilerleyişini şekillendiren, fitili ateşleyen olay üretimin kaynağı ve ekonomik gücün varlığı olan topraktan elde edilen tarım ürünlerinden istenilen verimin elde edilmemesidir. Bu verim elde edilememe sonucu hem bu ürünleri satarak para kazanacak olan Ağanın hem de buradan aldıkları ürün payı ile kendilerinin ve ailelerinin yaşamını sağlayacak olan marabaların olumsuz etkilendikleri görülmektedir. Köyde ekonomik düzeni sağlayan çarkların başında tarım gelmektedir ve susuzluk-kuraklık bu ekonomik düzeni bitirme aşamasına getirmiştir. Filmde şu sahnelerde bu kuraklık-susuzluk durumları dile getirilmektedir.
Ağa susuzluk ve kuraklık sonucu kavrulmuş toprağa bakarak “Eskiden rahmetli dedem anlatırdı. Buraları bambaşkaymış. Bir yeşil ki bildiğin gibi değil. Çok cömertmişsin. Hayvanlar yemekten çatlarmış. Her taraf ekin, ha bu boy. İyi ama ne oldu da değiştin? Niçin hiçbir şey eskisi gibi değil?” diye sorar.
Ağanın marabalarının durumlarının kötü olması yiyecek yemek için Ağanın yapacağı ve kazanacağı güreşler sonrası vereceği ziyafete bel bağlamaları filmde açıkça işlenmektedir. Köylüler için üretim neredeyse durmuştur ve hem köylüler hem de Ağa zor durumda kalmıştır. Köylüler bu durumun çözümünü yağmur duasına çıkmakta bulurlar ve Şıh’tan yağmur duasına çıkmalarını isterler. Filmin her sahnesi ekonomik varlığın devamını tarımsal üretimin sürekliliğine bağlayan olguya devamlı vurgu yapar. Bu olumsuz gidişat sonucunda Haraptar köyünün marabaları Kekeç Salman’ın da kışkırtması ve yönlendirmesiyle Ağanın depolarında yer alan buğdayları da çalıp satarak şehre göçerler. Çünkü verimsizlik nedeniyle Ağa köylünün payını azaltmıştır ve Kekeç Salman köylünün aklına girerek bu hırsızlık olayının yaşanmasını körüklemiştir. Züğürt Ağa bu olay neticesinde “köylü olmadan, ağa olmaz” sözünü söyler ve köyü satar. Ağa da artık yeni bir ekonomik düzen kurmak için ekonomik düzenin en üst basamağında yer aldığı düzenden hiç bilmediği, yaşamadığı bambaşka bir ekonomik düzenin parçası olmak için şehre göçer.
Şehir Yaşamının Ekonomik Düzeni; Ağa artık şehirdedir. Şehir yaşamı onun alışık olduğu feodal düzenin çok dışında farklı ticaret şekillerinin, kentleşme uyumlamalarının ve ayak uydurmalarını gerektirmektedir. Ağa önce bakkal işi yapmakta bunu becerememektedir. Daha sonra küçük bir kamyonetle domates satmaya başlamaktadır. Türk sinema tarihinde klasikleşen “domates, domates” şeklindeki seslenişine başlamadan önce farklı bir düzenden geldiğini hatırlatırcasına kahyanın daha yüksek sesle Ağam demesine, “yav ayıptır milleti rahatsız etmeyek” diye cevap vermektedir. Bu süreçte araçlarını yalnız bıraktıkları bir anda araçları çekilmekte bu süreçten sonrada bürokratik işlemlerin ne olduğuyla yüzleşmektedirler. Araçlarını tekrar geri aldıklarında çok uzun zaman geçmiştir ve domatesler çürümüş ve kısıtlı olan sermayeleri de tükenmiştir.
Başka bir sahne ise yine bize şehir yaşamının ekonomik düzenin farklılığını göstermektedir. Köydeyken köylülerin Ağa güreş yapsın da kazansın bizlere ziyafet çeksin diye düşündükleri köylüler, Ağanın şehirdeki taşındığı evin eşyalarını taşıdıktan sonra para istemektedirler. Sahne şu şekilde ilerlemektedir. Hırpıt Ali Ağanın yanına gelerek, Hırpıt Ali: taşıdık eşyayı. Ağa: Eee aferin. Hırpıt Ali: Para vermeyecak mısan ağam? Ağa: Ne parası. Hırpıt Ali: Bu işler burada böyle oluyor ağam. Ağa: (sinirli bir tavırla) git kâhyaya versin, demektedir. Hırpıt Ali’nin de dediği gibi görüldüğü üzere orası şehirdir ve feodal düzen işlememektedir.
El Becerisi ve Ustalık Gerektiren Bir İşin Şehirde Faydalı Olduğu; Filmin ilk sahnelerinde Ağa’nın Ağalık dışında çiğköfte işini keyif ve zevk için kutlama ve eğlence amaçlı çok iyi yaptığı vurgulanmaktadır. Ağa daha önce de bahsettiğim gibi şehirde bakkal açmış, domates, limon ve balon satmış ancak başarılı olamamıştır. En sonunda Ağalık sembolü olan çok değer verdiği çizmelerini satmıştır ve en iyi yaptığı iş olan çiğköfte satar ve bu işte başarılı olur. Film elindeki çiğköfte tepsisiyle mutlu bir şekilde çiğköfte sattığını gösteren sahneyle sona erer.
5.DEĞERLENDİRME
Ekonomik dönüşüm sürecine kır-kent kavramlarını tanıma ve bu kavramlar altında ne anlatılmak istendiği ile değinip TÜİK verilerinden hareketle ve “Züğürt Ağa” filminde bunun görünür halde nasıl karşımıza çıktığını ortaya koyduktan sonra değerlendirme bölümünde yine TÜİK verilerinden hareketle Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar kır-kent dengesinin değişimini yine “Züğürt Ağa” filmi desteklemesi ile açıklamaya çalışacağım.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında 13.648.270 olan toplam nüfusun %24,22 si kent nüfusu, %75,78’i ise kır nüfusu idi. Yeni kurulan Cumhuriyet döneminde ilk 25 yılda bu süreçte 4 nüfus sayımı yapılsa da oransal olarak çok fazla bir değişiklik görülmemiştir.
1950’li yıllar ile birlikte çok partili hayata geçiş kentleşme sürecini hızlandırmıştır. Uygulanan ekonomik politikaların değişikliği ve yurtdışı ile daha fazla ekonomik ve sosyal ilişkiler kurulması bu süreci hızlandırmıştır. 1960 yılına gelindiğinde yapılan nüfus sayımı kent nüfusunun oranının %31,92 ye çıktığını göstermiştir. 60’lı yıllar bu sürecin hızla devam ettiği ve 1970 yılında yapılan sayımda oranın %38,45 çıktığı görülmektedir.
1980’li yıllar Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve politik olarak çok farklı olaylarla karşı karşıya kaldığı bir dönem olmuştur. 24 Ocak 1980 tarihinde alınan yeni ekonomik tedbirler ve uygulamaları Türkiye’de serbest piyasa ekonomisinin artık egemen olacağını ve tüm dünyada popüler olan neoliberal politikalara geçeceğinin göstergesiydi. 12 Eylül 1980 darbesi belli bir süre demokrasiye engel olmuş, ket vurmuş ve 2 yıl bir süre kadar ekonominin tek elden ve tartışmaya açık olmadan yönetilmesine sebep olmuştur. Bu süreçten sonra yapılan ilk seçimde Özal Hükümeti kurulmuş ve 24 Ocak 1980 kararlarının mimarı olan Turgut ÖZAL neoliberal politikaları uygulayarak ekonomik sistemi bu doğrultuda yönetmiştir. Bu süreçte dünyaya açılan Türkiye ekonomisi uluslararası firmaları Türkiye’ye çekmiş ve yatırım olanağı sağlanmıştır. Büyük şehirlerde fabrikalaşma oranlarında artış yaşanmış ve hiç fark etmeksizin vasıflı veya vasıfsız işçi ihtiyacı büyük şehirlere olan göçü hızlandırmıştır. Yeni holdingler bu dönemde kurulmaya başlamıştır ayrıca var olan holdinglerde daha fazla büyümüşlerdir. 80’li yılların sonunda 1990 yılında yapılan nüfus sayımında kent nüfusu oranı %59.01 olmuştur.
2000’li yıllar küreselleşmenin artık en fazla kendini hissettirdiği ve kırdan kente göçün uluslararası etkileşim ile büyük şehir çekiciliği yanında büyük artış gösterdiği ve %64,90’ a çıktığı dönem olmuştur. Çalışmamın 3.bölümünde belirttiğim üzere ise günümüzde bu oran ekonomik ve sosyal olanakların zirve yaptığı ve gelişmiş hizmet sektörü ile birlikte yüzde 93,40’tır.
Makale çalışmamda üzerinden değerlendirme yaptığım “Züğürt Ağa” filmi de 80’li yıllarda köyden kente göç nedenlerinden bazılarını önümüze sermekte; o dönemin ekonomik, sosyal ve politik kararlarının nasıl göçte etkili olduğunu göstermektedir. Çalışmamın 4. Bölümünde değindiğim üzere kuraklık ve susuzluk, feodal ağa devrinin sonuna gelinmesi, kırsalda ekonomik çeşitliliğin olmaması ve bunun yanında köyde artan nüfus ile elde edilenin yetersizliği, filmde dışarıdan köye katılan Kekeç Salman’ın da överek bahsettiği şehre olan çekici anlatım ve o imkanlardan yararlanma isteği köyden kente göçü hızlandırmıştır.
6.SONUÇ
Bir olgular bütünü olarak önce kır, kent ve kentleşme kavramlarının tanımı ve niteliği ile başlayıp daha sonraki bölümlerde ise kır-kent nüfus dengesine Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar istatistiki veriler ortaya koyup bir karşılaştırma da bulunarak üzerinden analiz yaptığımız “Züğürt Ağa” filmi özelindeki değerlendirmelerimiz ile çalışmamızda bir sona gelmiş bulunmaktayız. Makalede esas aldığımız “Züğürt Ağa” filmi ve istatistiki veriler şunu göstermektedir ki ekonomik, politik, teknolojik, coğrafik, sosyal ve kültürel alanlardaki keskin değişim ve dönüşümler kır-kent dengesi nüfusunun nasıl ve ne yönde değiştiğini açıkça ortaya koymaktadır.