Maliye Postası Dergisi
DEVLET TARAFINDAN SAĞLANAN DESTEKLERİN BEYANI VE VERGİLENDİRİLMESİ
Onur AYDOĞAN
1-GİRİŞ
İşletmeler kar elde etmek amacıyla kurulmakta ve faaliyetlerini bu amaç doğrultusunda gerçekleştirmektedir. Bu amaçların gerçekleştirilmesi için sahip veya ortaklarca işletmelere ayni veya nakdi sermaye tahsis edilmektedir.
Ülkemizde uygulanan vergi sistemine göre kişi ve kurumlarca elde edilen gelir ve kazançlar vergilendirilmektedir. Gelir vergisi uygulamasında gerçek kişiler ticari faaliyette bulunmak üzere sermaye tahsisine giderek faaliyetlerini bu kapsamda gerçekleştirirler ve gelir vergisi uygulamasında tahsis edilen sermaye ile faaliyette bulunulmasının getirisi ise ticari kazanç olarak vergilendirilmektedir.
Gelir üzerinden alınan vergilerden bir diğeri olan kurumlar vergisi uygulamasında ise yine gerçek ve tüzel kişilerce ortak olunan sermaye şirketlerinin kazançlarının vergilendirilmesi amaçlanmaktadır. Sermaye şirketi ise bu faaliyetlerini ortakları tarafından konulan sermaye ile gerçekleştirmekte ve şirketin kazancının dışında ortakların koydukları sermaye karşılığında elde ettikleri gelir kar payı olarak adlandırılmaktadır.
Özetle kişiler varlıklarını ticari faaliyetlere tahsis ederek bir getiri elde etmektedirler. Kişiler tarafından tahsis edilen sermayenin her zaman belirli bir getiri sağlaması diye bir durumu bulunmamaktadır. Nitekim sektör, teknoloji, coğrafi yapı, salgın, savaş, ekonomi ve benzeri etkenler icra edilen faaliyetin sonuçlarını doğrudan etkileyebilmekte ve belirli bir getiri elde etmek üzere tahsis edilen sermaye getiri sağlamadığı gibi dönemin zararla sonuçlanması diğer bir ifade ile sermayenin azalması sonucunu da doğurabilir.
İşletmelerin karşılaştığı ekonomik sıkıntıların üstesinden gelebilmek için tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de nakdi ve ayni destekler sağlanmaktadır. Herhangi bir mal veya hizmetin karşılığı olmaksızın alınan bu tutarların vergiye tabi olup olmadığı önem arz etmektedir.
Destek, hibe, teşvik vb. adlarla adlandırılan bu ödemelerin verginin konusuna girip girmediği ve mükelleflerce vergiye tabi gelirin/kazancın tespitinde beyan edilip edilmeyeceği bu çalışmamızda açıklanmıştır.
2-VERGİLENDİRİLECEK GELİR veya KAZANÇ
Ülkemizde uygulanan vergi sistemine göre gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisine tabi tutulurken kurumlar olarak adlandırılan ve belirli olan tüzel kişilerin kazançları kurumlar vergisine tabi tutulmaktadır.
Gelir Vergisi Kanunu’na göre gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisine tabi tutulmakta olup gelir, bir gerçek kişinin bir takvim yılında elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır. Aynı Kanun’un 2’nci maddesinde gelir olarak tabir edilen kazanç ve iratlar yedi başlık halinde sayılmış olup bunlar; Ticari kazanç, zirai kazanç, ücret, serbest meslek kazancı, gayrimenkul sermaye iradı, menkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratlarıdır.
Gelir vergisinin konusuna giren ve vergilendirilmesi gereken bu yedi gelir unsuru da anılan kanunda detaylı açıklanmış olup kapsamına, tespitine, istisna ve muafiyete detaylıca yer verilmiştir.
Gerçek kişiler tarafından elde edilen bir getiri Gelir Vergisi Kanunu’nda belirtilen yedi gelir unsurundan hiçbirinin kapsamına girmiyorsa vergilendirilmeyecektir. Örneğin şans oyunlarından elde edilen ikramiyeler Gelir Vergisi Kanunu’nda sayılan yedi gelir unsurunun kapsamına girmediğinden bu gelirler gelir vergisine tabi tutulmayacaktır.
Öte yandan Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 1’inci maddesinde sayılan kurumların kazançları kurumlar vergisine tabi tutulmakta ve kurumlar vergisi, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safî kurum kazancı üzerinden hesaplanmaktadır. Yine safî kurum kazancının tespitinde, Gelir Vergisi Kanunu’nun ticarî kazanç hakkındaki hükümleri uygulanmaktadır.
Ticari kazancın tespitine ilişkin açıklamalara Gelir Vergisi Kanunu’nun 37 ve müteakip maddelerinde yer verilmiştir. Söz konusu hükümlere göre;
-Her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançlar ticari kazançtır.(GVK madde 37)
-Bilanço esasına göre ticari kazanç, teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki müspet farktır. Bu dönem zarfında sahip veya sahiplerce:
a. İşletmeye ilave olunan değerler bu farktan indirilir;
b. İşletmeden çekilen değerler ise farka ilave olunur.
Ticari kazancın bu suretle tespit edilmesi sırasında, Vergi Usul Kanunu’nun değerlemeye ait hükümleri ile bu kanunun 40 ve 41’inci maddeleri hükümlerine uyulur. (GVK Madde 38)
-İşletme hesabı esasına göre ticari kazanç, bir hesap dönemi içinde elde edilen hasılat ile giderler arasındaki müspet farktır.
(Elde edilen hasılat, tahsil olunan paralarla tahakkuk eden alacakları; giderler ise, tediye olunan ve borçlanılan meblağları ifade eder.)
Emtia alım ve satımı ile uğraşanlarda ticari kazancın bulunması için hesap dönemi sonundaki emtia mevcudunun değeri hasılata, dönem başındaki emtia mevcudunun değeri ise giderlere ilave olunur.
Ticari kazancın bu suretle tespit edilmesi sırasında Vergi usul Kanunu’nun değerlemeye ait hükümleri ile bu kanunun 40 ve 41’inci maddeleri hükümlerine uyulur. (GVK Madde 39)
Mükelleflerin vergiye tabi gelir veya kazancının tespitinde mali kar dikkate alınmaktadır. Mali kar ise ilgili ticari mevzuat hükümlerine göre tespit edilen ticari karın vergi mevzuatında yer alan hükümler dikkate alınarak yeniden tespit edilmesidir. Esasında mali karın yasal dayanağı yukarıda yer alan Gelir Vergisi Kanunu’nun 38’inci maddesi oluşturmaktadır. Söz konusu madde özetle ticari kazancı dönem sonu ve dönem başı öz sermayelerin arasındaki olumlu fark olarak tanımlamıştır. Diğer bir ifade ile dönem başı öz sermayeye eklenen her olumlu fark kanunlarda aksine düzenleme olmadıkça vergiye tabi tutulacaktır.
Daha önce de belirtildiği üzere bir gelirin vergilendirilebilmesi için Gelir Vergisi Kanunu’nun 2’nci maddesinde sayılan kazanç ve iratlardan olması gerekmektedir. Gerçek kişiler açısından elde edilen gelirin bu kazanç ve iratlar kapsamında olup olmadığı kolay bir şekilde tespit edilebilirken kurumlar açısından tespit aynı şekilde kolaylıkla yapılamamaktadır. Nitekim kurumlar tüzel kişiliğe sahip olduğundan ve tüm faaliyetleri de esas sözleşmesi kapsamında olduğundan bu faaliyetlere ilişkin olarak elde edilecek bir kazancın faaliyet dışı olarak kabul edilmesi imkansız hale gelmektedir.
Örneğin gerçek kişilerce faaliyetlerine ilişkin olarak elde edilen maddi ve manevi tazminatlarda; maddi tazminat gelirin kaybedilmesi veya kazanılması imkanının ortadan kaldırılması sonucunda mal varlığında meydana gelen azalış/artışa engel sonucunda alındığından bunlar kazancın tespitinde dikkate alınacaktır. Ancak manevi tazminatlar kişilerin duygusal ve fiziksel olarak yıpranmasının bir sonucu olarak alındığından verginin konusuna girmemektedir.
Tüzel kişilerde de tazminata konu her işlem şirketin varlığı ve faaliyetlerine ilişkin olduğundan tamamı kazancın tespitinde dikkate alınacaktır. Yine tüzel kişilerde manevi tazminatın olmayacağı da aşikardır.
3- ALINAN TEŞVİK HİBE ve DESTEKLERİN VERGİLENDİRİLMESİ
Ticari kazancın tespitinde iki temel ilke geçerlidir. Bunlar “dönemsellik ilkesi” ile “tahakkuk esası ilkesi”dir. Tahakkuk esası ilkesinde, gelir veya giderin miktar ve mahiyet itibariyle kesinleşmiş olması yani geliri veya gideri doğuran işlemin tekemmül etmesinin yanı sıra miktarının ve işlemden kaynaklanan alacağın veya borcun ödeme şartlarının da belirlenmiş olması gereklidir. Bu esas dikkate alındığında bir gelir veya gider unsurunun özel bir düzenleme bulunmadığı sürece, mahiyet ve tutar itibariyle kesinleştiği dönemin kazancının tespitinde dikkate alınması gerekmektedir. Dönemsellik ilkesi ise bu gelir veya giderin ilgili olduğu döneme intikalinin sağlanmasıdır. Aşağıda alt başlıklar halinde işletmeler tarafından elde edilen teşvik, destek ve benzerlerin beyan ve vergilendirilmesi durumu açıklanmıştır.
3.1-KOSGEB’den Alınan Hibeler